Dünyanın en güzel coğrafyası ve başka diyarların tatlarına özenmek…
Ben çocukken gökyüzünü yeşil, dünyayı da yaz kış nefis yemekler ve içecekler yapılan harika bir yer sanırdım. Anneannemin bağında mevsiminde reçeller, ağaçlardan toplanan yeşil zeytinler, incirler, İtalyan erikleri ve benzer doğa harikaları komşu bağlardan gelenlerle imece usulü tatlandırılır ve hazırlanırdı. Zeytine nazik davranmaya, incire saygı göstermeye, biber salçasına tapmaya o zamanlar başladım. Halamdan alafranga kremalı pasta, Rus Salatası, Fransız usulü Peşmelbaları, Kayseri usulü bir kaşıkta kırk adet mantıyı, keteyi, topiği, Mamam’dan Adana usulü içli köfte, bumbar dolmasını, mezeleri, yine babannemden yeşil yeşil envai çeşit otun neye yaradığını ve zeytinyağlıların aşkla nasıl sofralardaki yerini aldığını, Sevgili Dedem Sürmeli’den de dalak dolmasının inceliklerini daha beş yaşındayken önce ispirto ocağında kahve ve daha sonrasında el işi kadeh zarflarıyla süslenmiş bardakta rakı eşliğinde öğrendim (yayam da uduyla eşlik ederdi). O günlerden bana kalan bu mirası da hep sindire sindire ruhuma işledim. Şimdi ise bu harika kadınların bana öğrettikleri ve benim de yemeğe kattıklarımla farklı tatlarla midelerde şarkı söyletmeye çalışıyorum.
Ben ve benim gibi birçok yemek aşığının yanında, maalesef çevremizde, başka mutfaklara ciddi özenti içeresinde olan insanlar var.
Dünyada ilk yazılı kanıtlı kayıt Fransız Broken’ın dediği gibi; ilk dondurma 15. Yüzyılda Osmanlı döneminde Keşiş Dağından getirilen kar ve buz ile yapılırken, Avrupa ve Amerika özentileri ise 17. Yüzyılda üretilen İtalyan dondurmalarına taparlar. ( Laf aramızda Nişantaş’ında bir topu 7 TL. )
Sahip olduğumuz miraslarımıza sarılsak, bu coğrafyadaki mutfak kültürü ile övünsek olmaz mı? Olmaz.
Peki biliyor musunuz; daha bulgur pilavı yapmasını bilmezken siz, işin özünde içi bile çıkartılmadan boynu kesilmeden mahzende günlerce bekletilerek yeşertilip eti yumuşasın diye bakteri üreten kokmuş ve bu kokuyu bastırsın diye sosunda portakal kullanılan ördeğin peşinde koşanlar, buna ne dersiniz? Siz sadece şaşalı masalarda, yan masaya hava atmak için, içerisinde ne olduğunu bilmeden, tadına bile varmadan, ismi mutlaka yabancı olacak yemekleri tercih ederek hava atarsınız.
Kendi öz mantısına manti demeyip, Ravyoli dediğin zaman başı göğe erer, lahmacuna Turkish Pizza dediğinde sınıf atlar, Manti desen ipe çekecekler seni sanki! Memleket mutfağının bir ürününü kendi ismiyle lanse etmen cahillik göstergesi mi olacak yoksa, utanç mı duyacaksın?
Ülkemizde mutfağımız her gün yozlaşmakta, sosyal medyada bu işten hiç anlamayan insanların bile güleceği o kadar komik yemek tariflerimiz var ki, gülmek değil ağlamak istiyorum. İtalya’ya makarna kursuna gitmek moda (in)Erişte kesmek tu kaka (out), sanki farfalle deyince, Şişli’de değil, Beverly Hills’de ikamet edecek.
Yemeklerimizden ve kültürümüzden utananlara sözüm;
“Geçmişine taş atanın, geleceğine gülle atarlar” olacaktır. Unutmayınız ki, şimdilerde beğenmediğiniz bu coğrafyanın tatları deyince içerisine; “ yedi coğrafi bölgemiz de girmektedir.
Dünyada farklı zamanlarda 70 in üzerinde ülkeyi egemenliği altında tutmuş Osmanlı mutfak zenginliği ve bir de bu zenginlik bütün denizcilerin, baharat tüccarlarının buluşma ve lojistik noktası İstanbul ise, dünyanın ticaret merkezi o zamanlar İstanbul ise, şu anda sizinle paylaşabileceğim tek şey, üzüntüm ve özentilerden utancımdır. Sevgilimize sarıldığımız gibi mutfağımıza, sahip olduğumuz lezzet miraslarımıza da sarıldığımızda tüm tatlar da yerini bulacaktır.
Der ki Fevziye Anjel Sürmeli; Önden içmeli çorbayı, domatesle pişirmeli bamyayı, boşlama yağ içinde yumurtayı, etin kenarları al olmalı, bolca yedik nimet ve nanı (ekmek), bizim zamanımız bolluk zamanı, etmeli dikkat kalmalı geleceğe bu lezzet.